19 Aralık 2014 Cuma

Hikâye

Dün aklıma durup dururken şöyle bir şey geldi:

Babaannem (fatma) 28 yaşındayken kayınvalide olmuş, ben 28 yaşındayım, hâlâ anne olmaya çalışıyorum.

Babaannem babasını henüz çocukken kaybetmiş. Annesiyle yani büyük ninemle (kara nine-Hanife) yapayalnız kalmışlar köy yerinde.

Elman adında bir bey büyük ninemin izdivacına talip olmuş. Büyük ninemin bu teklife cevabı ''Ben Elman'a sümüğümü bile atmam!'' şeklinde olmuş.

Ama savaş zamanı, Yunan köye dayanmış. Bir kızcağız, bir kadın ne yapacaklar bu hengâmede?

Büyük ninem haber salmış, ''Elman gelsin beni alsın.''

Elman dede de gurur yapmamış, evlenmişler büyük ninemle. Elman dedenin evine yerleşmişler. Elman dedenin ev kalabalık, bir sürü çoluğu çocuğu var. bir de babaannem şimdi...

Gel zaman git zaman, bir süre geçinmişler. Babaannem 14 yaşına gelmiş. Elman dede bir gün büyük nineme şöyle demiş;
''Bu kız olmasa biz daha iyi geçiniriz hanım''

Büyük ninem o zamanın şartlarında hiç arıza çıkarmamış, babaannemi evlendirmiş.

Dedem de 18 yaşında toy delikanlı.

Böyle evlendirmişler onları.

Babaannem 4 kız, 2 erkek çocuk dünyaya getirmiş. 40 yaşına varmadan da hakkın rahmetine kavuşmuş. o vefat ettiğinde babam 5 yaşındaymış. o yaşta kendi ekmeğini kocaman taş fırında kendi pişirmeyi öğrenmiş babam.

büyük ninem Elman dede öldükten sonra ondan geriye kalan son bekar çocuğunu da evlendirene dek o kapıdan ayrılmamış. Herkesi bir bir baş göz ettikten sonra çekmiş kapıyı, öksüz kalan torunlarının başına gelmiş.

Babam en küçük torun olduğundan, en çok babam kalmış ninesinin yanında. Üç harflileri gördüğünü söylermiş ninesi babama. Gördüklerini anlatırmış. Babam da yaşına rağmen hiç korkmazmış. Biz de kendimizi bildik bileli babamızdan dinleriz bunları. Hâlâ daha bizim için dinlenecek en güzel hikayelerdir büyük ninemizin babamıza anlattığı üç harfli anıları.

Büyük nineye ne zaman musallat olmuşlar peki onlar?

İlk eşi Aşık Hüseyin'le büyük ninem Bulgaristan'dan ilk olarak Adapazarı'na gelmişler. Bir orman köyüne yerleşmişler. Köyde onlara geçici olarak bir samanlık altı verilmiş. Bu sürede de Aşık Hüseyin ailesine ev yapmaya başlamış. Evi 35 günde yapmış, çatısını çekmiş, vefat etmiş. Aşık Hüseyin vefat ettiğinde büyük nine babaanneme bir haftalık lohusaymış. 4 çocukla yalnız kalmış. Lohusayken 4 çocuğuyla yalnız başına ne yapacağını düşünüp üzülürken musallat olmuşlar. Ama büyük ninenin dili de kalbi de o kadar dualıymış ki, çeşitli hallerde görünmekten başka bir zarar verememişler. (Sonra inegöle gelmiş, İnegöl'ün çeşitli köylerinde yaşamış , kenfinimispatlamış da çavuş karı dedirtmiş kendine. ama inegöle Nasıl geldiğini hiç anlatmamış. Bir oğlunu 11 yaşında(Hasan) , bir oğlunu (Mustafa) da Adana'da askerken kaybetmiş, iki kızı kalmış. Birini (emine) Elman dedeye varmadan evlendirmiş.)



Böyle işte... Onlar o dönemlerde, bizim şimdiki yaşlarımıza geldiklerinde  hayatı yalayıp yutarlarken, böyle maceralar yaşarlarken, hayatı kotarıp, unlarını eleyip eleklerini asmışlarken,  biz henüz hayata geliş amacımızı çözmeye çalışıyoruz. Dünyaya ayak uydurmaya çalışıyoruz, ilk defa topuklu ayakkabı giyen acemi gibi hayat yolunda tökezleyip duruyoruz.

28 yaşımı doldurdum, hâlâ daha anne olcam diye bekliyorum. o büyüyecek deeee, o da 30 yaşında belki evlenecek deeee, ben de torunumu görcem falan...

 Ohhoooo ölme eşeğim ölme :)

30 Kasım 2014 Pazar

Yalnızlık...

     Bazen fark ediyorum da, evimi ya da herhangi bir işimi gözüm kapalı emanet edebileceğim kimse yok.

     ''Arkadaşım benim acelem var al evin anahtarını şunları şunları yap'' dediğimde o zahmete girecek kimsem yok.

     ''Şu işim halledilecek ama zamanım yok başka işler de var yetişmesi gereken, ellerinden öper al sana iş'' diyebileceğim kimse yok.

     Hastalandığımda ya da sırf can sıkıntım nedeniyle ''ya arkadaşım gelsen de bana bir çorba yapsan çok makbule geçer'' diyebileceğim biri yok.

     ''Çayı koy geliyorum yarım saate kadar'' diyebileceğim, çat kapı misafiri olabileceğim ve bundan rahatsız olmayacağına emin olduğum kimse de yok.

     Sıkıldığımda, hastalandığımda, çaysadığımda, bunaldığımda etrafımda hiç kimse yok. elbette etrafımda birileri var. Ama bu şekilde yüzgöz olabileceğim, açık tabirle yerine göre işi yüzsüzlüğe vardırabileceğim, sırf samimiyetten ve karşılıklı güvenin rahatlığı nedeniyle emrivaki cümleler kurabileceğim, kelimelerimi seçmek zorunda olmadan da konuşup anlaşabileceğim bir ''dost'' yok.

     Funda vardı, o da yakınımda değil artık. Böyle başka dostlarım da var ama onlar da hep uzaklardalar.

     Geyik muhabbeti yapmaksa olay, herkes hazır. Dertleşmekse sadece alışverişiniz, kendisine dokunmadığı sürece herkes dert de dinler. Önceden haberli ve müsaade alınmış bir buluşma zaten herkesle yapılabilir. Böyle arkadaşlarım var ama  etrafımda. Onların da haklarını yiyemem, yememeliyim. Ya bu kadarı da olmasaydı?

     Ama insan ''dost'' arıyor. Kişinin hayatındaki yalnızlığı gerçek manada sadece onlar alıyorlar. Diğerleri yarayı sadece üflüyorlar, nefeslerini kestiklerinde can yanmaya devam ediyor. Dostlar ise yaraya merhem oluyorlar.

Evladın cinsiyeti olmaz


Daha önce bir kızım oldu. Zaten her zaman kız bebeklere yakın hissederdim kendimi. Kızımla bütünleştiğimi düşünüyordum. Sanki yarımmışım da kızımla tam olmuşum gibi. Eksik bir parçam varmış da, onunla tamamlanmışım gibi. Sonra kızımı kaybettim. Onu kaybettikten sonra tekrar bebek sahibi olmaya karar verdim ama yine kız olmazsa olmazmış gibiydim hep. İlla yine kızım olmalıydı. Ben kız annesi olabilirim ancak, erkek annesi olamam gibiydi. Ama öğrendim ki bir oğlum olacak. Oğlan çocuğu sevilir mi ki, insanın içini coşturur mu ki, oğlan çocuğuyla nasıl duygusal bağ kurulur ki, oğlan çocuğuna çok bağlanılabilir mi ki.......... diye uzayan sorularla ortada kaldım. Oğlum olacağını öğrendiğimden beri ilk defa erkek bebekler ilgimi çekmeye başladı. (Daha önce hep kızım olacağı garantiymiş gibi yaşıyordum) . Şimdilerde erkek bebeklere bakıyorum sürekli. Empati kurmaya çalışıyorum falan. Kabullendim oğlum olacağını. Hem de mecburiyetten değil, kendimi gerçekten tatmin ederek kabullendim. Düşündüm ki, oğlan çocuğu hiç istemiyor değilim, dolayısıyla mutlaka verecekti Rabbim nasibimde varsa. İnşallah nasibimde varsa kızım yine olacaktır. Sadece sıraları böyleymiş. Önce oğlum olacak. Belki kızım hiç olmayadabilir ama zaten cennette, ebedi âlemde bir kızım var benim. Yok olmadı o, cennette beklemekte. Evladın cinsiyeti de olmaz, her hâlükârda annesiyim ve sevgisini koyacak Rabbim kalbime, onu veren sevgisini vermez mi? Buna iman ettim.



     Bu yazıyı yaklaşık 1 ay önce yazdım ama yayınlamadım. Bugüne kısmetmiş. Evet, gerçekten alıştım oğlum olacağı fikrine. Canım oğlum benim. Şimdilerde eşimle isim kavgası yapıyoruz.

     Ama içimin yangını hâlâ sıcak. Kızımı çok özlüyorum. Mezarlığa gitmek canımı acıtıyor, gidemiyorum. Manasız geliyor. Kupkuru bir toprak, buz gibi bir mermer. Beni tatmin eden bir ziyaret değil, gidince karşılaşmak istediğim bu değil. Ben gerçek bir kavuşma yaşamak istiyorum. Kokusunu duymak, nefesini hissetmek, gülüşüne karşılık vermek, tenine dokumak, sıcaklığıyla ısınmak istiyorum. Öyle bir yerde olsaydı ki, senede bir gün bir an bari görüp yaşayabilseydim onu. Acaba o zaman daha zor olurdu sabretmek de, bu nedenle mi Yaradan'ın takdiri öyle değil de böyle? 

     Not: Funda haklıymış.  Rüyasında beni mavili bir bebekle görmüştü ya, oğlum olacağı ona malum olmuş. :) yaşa be Funda,  kalbin çok temizmiş! :) ) )
      

26 Ekim 2014 Pazar

uzun bir aradan sonra MERHABA!

Uzun zamandır yazmıyorum. Yazmak gerek, biraz iç dökmek...

Güzel günler geçirdim yazmadigim zamanlarda. Bayram yaptım, bayramın ennnn güzel yanı halamın kaymağını yediğim kahvaltiydi! Tatile gittim kuma bastım.

Hayati yaşadım.

Yeni okulumdan memnunum.  Çok kalabalık bir öğretmen kadrosu var dolayısıyla insan kendine uygun birilerini mutlaka buluyor. 7 tane öğrencim var. Malum, özel eğitim sınıfı. Ama iyi öğrenciler. Seviyorum onları bir bir. Kimi el bebek gül bebekken evinde, kimi için zor hayat. Okulda,  evimizdeki el bebek gül bebeklikleri ve zor hayatları kapının dışında bırakıyoruz, hepimiz bir oluyoruz. Dersimizi yapıyoruz, oyunumuzu oynuyoruz, resimlerimizi boyayıp şarkılarımızı söylüyoruz.

Beraber çalıştığım öğretmen arkadaşımı ilk gördüğümde kendisiyle anlaşamayacagımı düşünmüş,  hayırlısı olsun deyip çalışmaya başlamıştım ama yanılmışım, gayet iyi anlaşıyoruz.

Insana ihtiyaç duyup da, kimseye ulaşamadığım zamanlar oldu. Etrafımda bir sürü insan olmasına, dostum dediklerim olmasına rağmen,  bir tas çorba isteyebileceğim kimsenin olmadığını da gördüm. Bırakın gece duyduğum ihtiyaca cevap vereceğini umduğum birilerinin olmasını,  gündüz ihtiyaç duyduğumda bile cevap alamadım. "Aaa dostum bi ihtiyacın olunca söyle çekinme,  çok samimi ve ciddiyim bu konuda bak" cümlesinin samimiyetini ve ciddiyetini gördüm. Çok üzüldüm ve-l hasıl. Hayal kırıklığı yaşadım.

Annemi özledim bu durumda. Kendimi çok garip hissettim. Tuhaf manasinda garip değil, gariban manasında garip. Başka şeyleri bahane edip ağladım.

Aglamalarima başka şeyleri bahane edişim pek yoktur. Derdim neyse söylerim. Ama derdimi soylemeye cekindigimde bahane ederim.

Kızımı özledim. Hayatta hiçbir şeyi özlemedigim kadar çok özledim. Güzelliğini hatırlamak,  güzel hallerini düşünmek, -elimde olmadan yaptığım- büyüdüğünü hayal etmek beni çok mutlu ediyor. Oturdugum yerde hayal kuruyorum. 1 yaşını geçmiş,  evin icinde dolaşan,  yaramazliklar yapan, ellerinin izini her yere bırakan,  agzinin suyunu akitan, ayakta durmaya çalışırken dengesini kaybedip poposunun uzerine oturan bir Zeynepcik. Boyle hayal kurma konusunda korkularim var, Allah muhafaza abartıp yanlış düşüncelere kapilabilirim. Dolayısıyla kendimi kontrol ediyorum tabikide :)

Bir arkadaşım doğum yaptı. Onunla sevindim. Bir arkadaşımın daha hamile olduğunu öğrendim bir daha sevindim. Kendim için zaten sevincliyim.

Uzun zamandır mide şikayetlerim nedeniyle çok fazla mutfağa girmiyorum. Dolayısıyla kek de yapmıyorum. Mutfağa giremedigimden mi, kek yapmaya ruhum yonelmediginden mi bilmiyorum asıl sebebi. Mide rahatsızlığım bir şeylerle pür dikkat ilgilenmemi engellediginden etamin de yapamıyorum.

Bol bol, instagram arkadaşlarımdan bazilariyla kurdugumuz whatsapp grubumuzda vakit geçiriyorum. Yazıyoruz paylaşıyoruz dostlugumuzu pekistiriyoruz. Onları çoook seviyorum.

Başka bir paylaşıma erişmek duası ve umuduyla hoşçakalınnn! :)

22 Ağustos 2014 Cuma

Hayırdır inşallah

Funda beni rüyasında görmüş.
Kucağımda mavi bir kundağa sarılı erkek bebekle kapısını çalmışım.
''Bak sana kimi getirdim'' demişim.
Yüzüm mutluluktan ışıl ışıl parlıyormuş;
bembeyazmışım...

Hayırlısı diyorum inşallah!

14 Ağustos 2014 Perşembe

ders, dua, kâr...




Bugün bir vesile ile buradaydim. Icine girmedim ama bir sure bahçesinde bekledim. Sadece bir kac saat. Ve bu sure zarfinda o kadar cok şey gördüm ki, halimize sonsuz şükür!

Bir kadinla konuştum. Bebeği engelliydi. Samsun Carşamba'dan geliyormuş. Gunlerdir burdaymis engelli 2 yasindaki.kiziyla. ustelik yalnizlar. Bebegi dogdugunda beyin ölümü gerceklesmis ve 21 gun o şekilde kalmış anlattigina gore. 21. Gun birden tepki vermis ve uyanmis ama engelli kalmis. Anne karnindayken annenin ictigi tiroid ilaclari nedeniyle bebekte tiroid hastasi. Birkac ay once pankreas zehirlenmesi gecirdiginden beri oturmuyormus da bebek. Baska bir suru hastalik saydi. Bebekte epilepsi varmis. Yeni dogdugunda sakinlestirici diye uyku ilaci vermisler doktorlar ve bebel aylarca gunde 3 kez uyku ilaci almis bilmeden. Sonra baska bir doktorun uyarmasiyla ogrenmisler gercegi. "Biz bebegimizi hep uyuyacak zannediyorduk" diyir anne. 2 yasinda olmasına ragmen sadece mama yiyyor ve onu da kusuyormus surekli. Eşin de buradadir dedim, hayir dedi. Ilk bebekleri anne karninda kanser olup 2 gunlukken vefat edince ve arkadan da bu bebeklerinde bu sorunlari yasayinca eşi sinir hastasi olmuş. Eşim gelemiyor, o memlekette dedi. Burada ucuz bir otelde kaliyormus geceleri.

Baska bir bebek gordum. 23 gunluk. 21 gun hastanede yatmis doğduktan sonra. 2 gundur de hastanelerde geziyorlar. Surekli birileri baska birilerine sevk ediyorlarmis iki gundur ve sonunda burdaymislar. Bebegin sorunu kan sekerinin dusmesi.

Bir cocuk da 1 bucuk yasinda. Erkek bu seferki. Avazi coktiginca agliyor. Karin agrisi var. Annesi kussun diye bekliyor doktorlar kussun oyle getir demisler. Meger cocukta bagirsak dugumlenmesi varmis. Biz anneyle konusurken cocuk hooop cikardi. E benim ust bas da accik nasibini aldi bu rahatlamadan :) olsun, yeterki o rahatlasin.

Bir baska cocuk, yemek yiyemediginden karnindan besleniyormus.  Ayrintiya anne girmeyince ben de sornadim.

Daha biiiir suru vak'a. Surekli caresiz ve agzi duali bir suru anne baba. Doktorlarin gozlerinin icine bakıyorlar. Cimlerde otrup zamanin gecmesini bekleyen ve bir simidi paylasan insanlar. Allah hepsine yardim etsin. Hepsine acil şifalar versin.  Ne denir bilemiyor insan...

Bir de baktim ki bir teyze kucagunda bir yumak tasiyor. Minnacik bie bebek var belli. Ama o kadar minik ve oyle sarilmis ki bir yumak gibi. Baktim, o da bakti. Gulumsedik. Duraksar gibi oldu. Ben de bakabilir miyim diye atiliverdim kalkip ayaga.. bak tabi dedi acti yuzunu. Aman Allahim o ne guzellik o ne masumiyet! 20 gunluk daha dedi. Hasta mi yoksa dedim, hasta degil ama kontrol edildi dedi. Hasta degilse koklayabilir miuim diye bir an refleksle sordum. Kokla dedi teyzem de. Egildim bir saniyeden bile daha az, sadece bir kisa nefesle kokladim battaniyesinden, kiyamadim daha fazla yaklasmaya ve cekildim. Allah razi olsun o teyzeden. Nasil da ozlemisim yeni dogan kokusunu. Nasil da guzel kokuyordu...

Bütün gun biraz bosuna bekledigim hastane bahcesinde aslinda bosuna beklememis oldum. Biraz ders aldim, biraz dua ettim, bir de bir kisa nefeslik de olsa kâr...

Not: bence bu hastanenin en cok calisani bahceyi temizleyen amca. Gorecek olursaniz kendisini bir kolaya gelsin temennisini esirgemeyin ondan. Herkes icerde klimalar altindayken ve hatta bazi memurlar hastalara nezaket dersi verirken, o disarda etrafa kusan insanlarin geride biraktiklarini buyuk bir saygi ve titizlikle temizliyor, aman amca boşver denildiğinde isine daha cok sariliyor ve başından boynundan akan terin tum omuzlarini bir islak sal gibi ortmesine aldirmiyor...

6 Ağustos 2014 Çarşamba

tebdil-i mekanda ferahlık vardır

     Ankara'ya geldiğimden beri aynı okulda çalışıyorum. 3 yıldır yani. Şimdi ya nasip diyerek bir başka okula tayin istedim. Yalnızca bir okul vardı kendi okulumdan başka çalışmak isteyeceğim, sadece onu seçtim. Aslında okul hakkında hiçbir fikrim yok. İsteme sebebim lokasyon. Olursa olur olmazsa olmaz diyerek başvuru yaptım... Hayırlıysa olsun dedim, inşallah hayırlıymış ki oldu. 
     Arada sırada tazelenmek gerek. Her konuda olduğu gibi mekan tazelemek de iyidir.

     İnşallah orada beni güzel insanlar ve güzel günler bekliyordur.

1 Ağustos 2014 Cuma

Günler...

Merhaba

Bloğa son yazışımdan beri bir kaç post yazdım. Bir hikaye, bir doğum günü yazısı, bir süreç, bir iç döküş...

Her yazdığını yayınlayamıyor insan. Bazen herkes değil sadece bazıları bilsin istiyor. Bazen bazılarına bile cesaret edemiyor.

Ama yazmadan, paylaşmadan da olmuyor. Içinde kalsin istemiyor insan. Kusmak ister gibi. Bazen sevinci. Bazen kederi, bazen de bir arkadaşa bahsedercesine sıradan anlari...

son yazımdan sonra iki doğum günü ve bir bayram geçirdim.

24 Temmuz, kuzumun doğum günüydü. Meleğim, dünyalar güzelim! Hayatın gerçek manasını bana öğreten ve idrak ettiren öğretmen. O kadar okul oku, o kadar yaşa ve gör ama gelsin bir küçük bebek öğretsin sana gerçekleri! Gerçek aşkı, gerçek mutluluğu, gerçek kederi... 24 Temmuz hayatımın ennnnn güzel günü. Saat 19.18 itibariyle kucağımda 49 cm. 2650 gr. bir melek. Uykusuz, heyecan ve merak dolu ilk gece. Kimseye hissettirmeden içimden içimden tüm gün kutladım onun doğum gününü. Hayal kurup kafamda milyon film çevirip... Cennet bahçesinde 1 yaşında bir Zeynep koştu mutluluk dolu. Hep gülen bembeyaz yüzü, uzun kirpikleri, güzel bakışlarıyla cıvıl cıvıl.






Sonra bayram. Mubarek Ramazan ayı sonrası inşallah hakettigimiz bir bayram. Ailemin yanına gittim. Büyüklerin ellerinden Küçüklerin gözlerinden öptüm, dualar aldım ve döndüm. Bursa'ya kadar gitmişken Funda'yı da görmeden olmazdı.  Onu da yeni evinde ziyaret ettim. Özlem giderdik bir nebze...



Beni balkondan uğurlarken...


Sonra 31 Temmuz, benim doğum günüm. Ayrıntılı bir gün olmadı sadece bir akşam yemeği. Çok da özel gün kutlaması beklemiyorum, çünkü bizim için her gün özel...

Bugünlük bu kadar yeter... sağlıcakla kalın :)

21 Temmuz 2014 Pazartesi

kısaca...

     ''Tövbe estağfurullah'' sözlerinin, sokak ağzı olduğunu zannedip; ''sokak ağzıyla konuşmayın'' diye çocukları uyaran sınıf öğretmenleri(!)nin olduğu bir ülkede yaşıyorsak, eğitimli insanların cehaletlerini çok da yadırgamamak gerek.



     Mektep cehaleti alır, eşeklik baki kalır. Teşbihte hata olmaz vesselam...

hayatın gerçeklerine ara verme ihtiyacı duyunca...

Son zamanlarda Gazze'ye yapılan hava ve kara harekatı ile sinirlerimiz iyice gerildi, sosyal medyada paylaşılan fotoğraflar nedeniyle de psikolojiler bozuldu. Bu bir savaş değil, katliam. Orantısız güç kullanımı. Dünyanın sessiz kaldığı bir facia. yani halkların çıkıp ses getirmeye çalışması sessizliği bozmuyor. Sessizliği bozacak olan asıl şey devletlerin ses getirecek eylemler yapması. Ama nasıl bir dünya düzenine kapılmışsak, devlet bazında ''kınıyoruz'' demekten öteye gitmiyor eylemler... 

Bu konu nedeniyle ben de çok üzüldüm. Aklım almıyor bazı şeyleri. İnsanlar resmen hunharca öldürülüyorlar. Sahilde masumca top oynayan çocukları vurmakla mı savunma bahanesi yapıyorsun be İsrail?
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu misali. Harp meydanı kavramı yok, Göğüs göğüse mertçe dövüşmek yok. Hoş, bunlara da gerek yok ama velev ki illa savaşmak gerekiyorsa, savunma ihtiyacın varsa, tüfek icat olmamalıydı, bu işler mertçe olmalıydı.

ki Filistin olayı bu da değil.

İnstagram benim en çok takip ettiğim uygulama. Orada takip ettiğim arkadaşlarımın bu konuda duyarlılıkları çok büyük Allah razı olsun ama parçalanmış bebek/çocuk resimleri nedeniyle çok fazla bakmadım yayınlara. Bir süre izledim ama dayanamadım daha fazla. son bir kaç gündür pek girmiyorum hesabıma. depresyon hali yaratmaya başladı. ara verdim biraz. bu arada da hem aklımı hem kalbimi dinlendirme ihtiyacı duyduğum için yeni bir işe başlamak istedim. 


    

 Yine bir yeni etamin yaptım. Tuva yayıncılığın etamin kitapçıklarından yararlanarak yaptım. Aslında başına oturunca gayet güzel yapılıyor da  ben çok oturamıyorum. Ramazan ayının sıcaklara denk gelmesi nedeniyle, e iftar-sahur arasının da az olması nedeniyle uyku vaktim gündüze kayıyor. iftar-sahur arası kısa, uyunmuyor. Sahur yapınca da yatana kadar saat sabahın 5'i oluyor. mecburen öğlene kadar uyunuyor. sıcak nedeniyle uyanınca da serin bir yerde sere serpe yatası geliyor insanın. Velhasıl, az az yaparak geç bitirdim. Bir hafta oldu herhalde...




Şimdi de uygun çerçeve lazım buna tabi. Ben genelde elimin/ayağımın altında ikea mağazası olduğu için oradan aldığım çerçeveleri kullanıyorum ama bunun boyutuna uygun çerçevem bugün yok. İkeaya uğrayana kadar da çerçeveye girmez, kenarda bekler bu. Daha sonra sizlerle çerçeveli halini de paylaşırım.

İnstagram'da @etamincim adı altında bir hesap açtım. henüz çoook yeni. Yaptıklarımdan talep eden olursa siparişle yapmayı düşünüyorum. Gerçi zahmetli emek isteyen minnacık işler olduğu için insan nasıl fiyatlandıracağını bilemiyor ama bir şeyler düşüneceğiz artık eğer sipariş veren olursa.

15 Temmuz 2014 Salı

Gidenin arkasından

Funda gitti bir kaç gün önce.
Ve ben özledim şimdiden.
Yalnız kaldım.
Ortada kaldım ya hu! :)

Normalde bir hafta on gün boyu görüşmediğimiz zamanlar da olmuştu daha önce ama o zamanlar pek özlemezdim. Neredeyse 5 adım ötedeki karşı dairemde ve bir zil uzaklığındaydı ya, özlenecek bir durum yoktu.
Şimdi özledim.

Ne büyük bir nimetmiş ''bi ' kahveye geliyorum kapıyı aç'' diyebileceğin birinin olması.
Geçen gün yemek yaparken de farkettim ne büyük bir nimetmiş ''şehriyen var mı?''
''15465478932218454523413463 numaralı ipin var mı?'' diyebileceğin birinin olması.
Patates soğan şehriye deyince çıkarçı ya da bunlar üstüne kurulu bir dostlukmuş gibi gelebilir.
Ama hayıııııııııırrrrrrrrrrrr! :)
Buradaki mesele patates şehriye soğan ya da her lazım olduğunda birini bulabilmek olayı değil.
Buradaki mesele, bu yönde olabileceğin kadar çok yüzsüz olabildiğin biri olması. O derece bir dostluk olması.
Yüzsüzlük, paylaşım, nazının geçmesi, arada ayıp kalmaması vs...
Şöyle ki, kayınvalidem 1 yıldır üst katımda olmasına rağmen ben yinede hep Funda'ya gittim :)

neyse işte, böyle bir güzellikten oldum ya ben la! (ankara ağzı)

Dün kahveye gidesim geldi Funda'ya. Dediğim gibi şehriye de bitti geçen gün. Bu akşam da  yalnızım mesela, olaydı da biraz dedikodu yapaydık iyi olurdu. 

Ben bi' arayayım onu bakalım ne yapmış? :)

Alooooooooooooooooooo!

sonuç: gülerek açılıp ağlayarak kapanan telefon

5 Temmuz 2014 Cumartesi

ELFony

     Cuma gecesi yazılıp cumartesi gecesi yayınlanabilen post...

     Bu akşam kek yaptım. Her cuma akşamı, vermeye çalıştığım fazlalıklarıma rağmen kek yapmak hoşuma gidiyor. Eskiden hiç sevmezdim keki. Hep mecbur kalınca birileri için yapardım. Şimdi seviyorum. Kakaolu, meyveli, sade, cevizli, kuru yemişli vs... Yakın bir zamanda da pekmezli deneyeceğim. Bir arkadaşımda yemiştim de çok beğenmiştim. Bu akşam yabanmersinli yaptım. Henüz fırında ama yeni fırınımın azizliğine uğruyor olabilirim şu an çünkü ilk defa deniyorum keki bu fırında ve hala kabarmadı. Benden yana bir eksiklik yok çünkü ben kabartma tozunu ekledim. Nasip kısmet diyelim, kek muhabbetini kapatalım.

     Aslında hepsi bahane. Her cuma kek olayına başlayalı 9 ay olacak neredeyse. Etamin yapmaya başlayalı da çok olmadı. Çok geziyor olmak da, yeni bir yerlere gitme ya da taşınma ihtiyacı duyuyor olmak da yeni. 9 ay. Son 9 aydır kendimi böyle işten işe atıyorum. İçimdeki boşluğu, evimdeki eksikliği doldurma umudu bunlar hep. Yarım kalan hayallerimin olduğu aklıma gelmesin diye.

     Bugün Elfony'nin bloğuyla tanıştım. Acısını okudum. Ama empati kurmadım. Ne gerek var ki empatiye? Zaten benim yüreğimi yazmış Elif. Ah Elif. Bir insanın kalbini, yaşadıklarını, hissettiklerinin en derinini kim anlar? Aynı yoldan geçen anlar.

     Ne kadar güzel bir terapi anlatmak. İçini dökmek. Mesela ben kızımın güzel hallerini anlatınca çok ferahlıyorum aslında. Ama ya anlatacak kimse bulamıyorum, ya anlatacak birini bulduğumda onu sıkmaktan korkuyorum. Bazen de çok âlâsını buluyorum da zamansız buluyorum, kendimde anlatacak kelime/mecal bulamıyorum. Ne güzel yapmış da yazmış Elif. Bugün bana çok güzel bir örnek, çok iyi bir fikir, çok manalı bir rahatlama yolu oldu.. Ben aleni olarak bahsedemiyorum bazı şeylerden. Mesela yaşanılan durumu en iyi anlatan, ifade eden o keskin kelimeleri kullanamıyorum, yakıştıramıyorum. Hatırlamak bile korkunçken kendime zorla hatırlatmak istemiyorum. Galiba kaçmak daha güzel onlardan benim için. Nereye kadar kaçacaksam sanki. İki sokak kaçsam üçüncüsü çıkmaza varıyor hep. Her sokağın sonunda da tırnaksız kedi gibi sıkışıyorum köşeye. Zihnimde, alnımın tam ortasında karşılıklı savaşan iki adam var sanki. Biri kendimi telkin ve teskin etmemi sağlayan düşüncelerin silah bulmuş hali, diğeri beni sorgulamaya yönelten, içinden çıkılmaz hallere sokan düşüncelerin. Durmadan savaşıyorlar.

     Sadece güzel şeyleri ve çıkardığım dersleri hatırlamak kâfi. Polemiğe ya da beni hiç anlayamayacak insanların saçma sapan yorumlarına da tahammülüm yok. Elif güçlü, üstesinden gelmiş hepsinin, bu konuda daha çok sabır diliyorum ona. Haddini bilmeyenlere de merhamet diliyorum. En azından yazılarımda kaynağı acım olan ama sonu bana ders olan şeyleri içimde tutmaz yazarım bende. Belki de çok sıkılır, başlarım kimin ne dediğine der, dökerim içimi. Dileyen okur, dilemeyen es geçer.

     Ha bu arada keki merak eden olursa, sonradan kabardı mübarek :)

4 Temmuz 2014 Cuma

Etamin

     Bir can sıkıntısıyla etamin işlemeye karar verdim. Ilk etapta gidip 168 renk ip aldım. Ama ipleri alırken daha iyi olduğunu düşünüp Anchor muline iplerden aldım. Sonra farkettim ki tüm şablonlar DMC marka iplere göre. Yine de pes etmedim. Dönüşüm tablolarından kodları dönüştürüp işlemelere başladım. Tabi zamanla bu iplerin sayısını da 200'e tamamladım. Sonra 200 çile ipi bir güzel bobinlere sardım.






     Kendime bir de dergiler aldım. 


Derken üretmeye başladım. (Aslında komşum Funda'yla başlamıştık. ) 

Ilk önce elim alışsın diye basit bir kaç örnek yaptım. Gayet kötü oldular, şimdi onları görmek bile istemiyorum :)


                         

Sonra elim biraz alışınca ortaya çıkanlarda bunlar;
                    
                        

                                                      



     Sonra boyumdan büyük bir işe kalkıştım henüz toyken. O da boyle oldu;

             

     Ama bu beklediğimden daha başarılı oldu. Büyük sayılacak bir işti ve çok uzun zamanımı aldı. bundan sonra küçük işlere yöneldim.

                              

     Artık küçük işlerle devam ederim herhalde. Verdiği keyif daha güzel. Benim gibi çok sabırlı olmayan biri için böylesi daha iyi. Sonuca çabuk ulaşılıyor. 

     Yeni işlerimi yayınlamaya devam edeceğim..




                       



3 Temmuz 2014 Perşembe

iyi niyetin de fazlası israftır.

     İyi niyetin de fazlası israftır. Galiba bir özlü sözüm oldu benim de. Çok sevdim bu tanımı. Kısa ve net. Kapsamı belli. İyi niyet, fazlası, israf olması. İlginç olan, bunu çok sıradan bir anda iliklerime kadar hissetmiş olmam. Bu özet cümlenin aynen aklıma düşmüş olması... 

    O an hiçbir iyi ya da kötü niyetim yoktu. Sadece niyetim vardı. Kalbim kırıktı ama sesim çıkmamıştı. Yani kötü niyete maruz kalmıstım ama ne iyi niyetli olmaya mecalim vardı ne kötü niyet barındıracak ruhum. Sadece o anı yasamaya niyetliydim. Egolarını tatmin etmeye alışmış insan güruhu vardı bir de etrafımda. Hiçbir vasıf veremediğim, sadece anı yaşama niyetimin de kötü olmakla suçlandığı an dedim ki, iyi niyetin de fazlası israftır, e israf da haramdır Tuba, aman dikkat! 

     Egolarını tatmin edemediğinizde, hiçbir niyetiniz yokken bile sizi kötü niyetli olmakla suçlayan insanlar varsa çevrenizde, bilin ki o insanlar sizin iyi niyetinizi haketmeyenlerdir.  O insanların hakettikleri en "iyi niyetli" an, sadece niyetinizin olduğu andır. Fazlası israftır. 

    Hayatı her haliyle yaşarız. Bazen güzel şeyler bazen kötü şeyler. Her iki durumun da dolduğu bardaklarımız vardır. Dolu dolu yaşarız, dibine kadar yaşarız da bir türlü taşmaz o bardak. Sonra an gelir, başka zaman tek damla nispetinde bir olay o bardağı taşıracak son noktadır. O bardak taşınca patlar insan. O bardak taşınca tepki verir, gemileri yakar, kafasına dank eder ya da bir ders çıkarır kendine. Ben de bir ders çıkardım kendime ve dedim ki, iyi niyetin de fazlası haramdır. 

    Okuyucularıma, iyi niyetlerin israf olmadığı, yaşandıkça ve yaşatıldıkça artttığı insan ilişkileri diliyorum.

Funda


     Neredeyse 8 aydır bu apartmandaydım. Yalnızdım. Ne kapısını çalabildiğim ne de kapımı çalan bir komşum vardı..

     Bir gün asansörde bir kadınla karşılaştım. Hamile tulumu giymiş karnı burnunda bir kadın. Güzel bir kadın. İri siyah gözleri, simsiyah ve güzel saçları, beyaz teni, muazzam yüz hatları vardı. Tabi bir de dik, gururlu, soğuk duruşu.  Hiç konuşmadan bekledik, aynı katta indik, sessizce dairelerimize döndük ve bir süre hiç karşılaşmadık.

     Bir gün, doğum yaptığını öğrendim. Nereden ve nasıl öğrendiğimi şimdi anımsayamıyorum. Karşımdaki dairede bir bebek dünyaya gelmişti. Tanımasamda komşuydu, kutsal bir hal yaşamıştı ve bu tebrik edilmeli, komşuluk görevi yapılmalıydı. Emziren kadın için en güzel şey sütlaç olabilirdi kanımca. Zaten ben de başka bir sütlü tatlı yapmayı bilmiyordum. Yaptım sütlaçları, çekine çekinede olsa kapısını çaldım. Kapıyı kucağında 20 günlük oğluyla açtı bana. Sütlaçları aldı tebriğimi kabul etti ve kapıdan döndüm. Sonra yine uzun zaman görmedim.

     Bir gün işten eve geldiğimde kapım çalındı. Birisi yan komşum olduğunu bildiğim yaşlı teyze, diğeri tanımadığım bir başka teyze kapımdaydılar. Ben ne olduğunu bile anlamadan evime girdiler. Meğer tanımadığım teyze karşı komşumun kayınvalidesiymiş, gelini evde yokmuş, o da kapıda kalmış, bana gelmiş falan... Birer kahve içtiler. Biraz sohbet ettik. Onun gelini de benim gibi Bursalı'ymış. Gelinimle tanış, komşu olun gibi sözlerle beni davet etti. Gelini geldiğinde kalktı gitti. O gün bir cesaret komşuma gittim. Bana çay ikram etti, konuştuk tanıştık. Benim babamla onun anneannesi aynı köydenlermiş, biraz daha zorlarsak akraba çıkarız diye korktuk galiba ki bunun üzerine fazla gitmedik. Sadece, 1 yıldır komşuymuşuz da  neden tanışmamışız diye hayıflandık. O günden sonra komşuluğumuz başladı.





     Funda. Komşumun adı Funda. Aslında Fransızca öğretmeni ama son iki yıldır oğlunun annesi. Çok iyi bir anne. Çok iyi bir eş. Çok iyi bir arkadaş. Benim işten döndüğümde her gün kapısını çaldığım insan. Ankara'daki iki-üç dostumdan biri. Ama ennn koyusundan. Sonradan kafama dank etti onu rahatsız ediyor olma ihtimalim. O kadar içtendi ki, her gün saatlerce salonunda oturup kafasını şişirirken hiç aklıma gelmiyordu bu ihtimal. Beni onun evine en çok çeken şeylerden biri de buram buram bebek kokusuydu. Ben mi? Ben asla bebek düşünmüyordum en az 1 yıl daha. Ama akşam evime geçerken burnum onun evinde kalmak istiyordu. En sonunda onun evinin kokusu benim de evimde olmalı dedim. Onun evinin kokusuna sahip olmak için her şeyden vazgeçilebilir dedim ve böylece hiç beklemeden bebek sahibi olmaya karar verdim. Bu süreçte uzun uzun konuştuk, bana kendini anlattı, bebek sevdirdi, öğretti. Bir de öğrendim ki lohusalığının gecelerinde bile yalnızmış, anaç ruh halimin de etkisiyle aklıma geldikçe yalnız kalışına ağladım, nasıl yalnız kaldı ben buradayken diye içten içe yandım.


    Yemek yapıyorum, bir bakıyorum ki soğanım bitmiş, "Fundacım soğanın var mı?" diyorum, soğanlarım oluyor. Bir bakıyorum elinde kaseyle Funda kapıda, pirinç var mı diye soruyor.  2 yıldır eksik malzeme için neredeyse hiç markete gitme gereği duymadım. Funda var ya, her şey hallolurdu :) .


     Hamileliğimi ilk ona müjdeledim. 2 yıldır her canım sıkıldığında sadece onun kapısını çaldım. En çok onunla güldüm 2 yıldır. Dertleştim. Dedikodu yaptım. Bir sonraki yıl için hayaller kurdum. Neredeyse her kahvemi onunla içtim. Ondan öğrendim ateşin üstüne fincanı koyup kahve pişirmeyi. Ama henüz cesaret edemedim. Sonradan öğrendim ki sütlaç sevmezmiş :) Yaptığım yemeği paylaştım, bir baktım ki bir tabak yemekle kapımı çalıyor. Hamileliğimde en çok ondan yardım gördüm. Doğuma giderken onunla motive oldum. Arkamdan o el salladı. Komşuluk her güne lazım, en acı zamanımda ilk önce Funda dedim, ona sığındım. Her sevincimde her kederimde bir kaç adım ötemde açık bir kapım vardı, sonuna kadar açık bir kapı, sonuna kadar açık kollar.


     Geç de olsa eşlerimiz tanıştılar, kaynaştılar. Eşim kolay kolay herkesle samimi muhabbet kuramaz ama onlara alıştı ve çok sevdi. 12 yıldır tanıdığım adamın ilk defa birileriyle çok eğlendiğini gördüm. Birlikte hobilere başladık. Puzzle yaptık, etamin işledik. Oğlunun doğum gününü kutladık.


    Aklıma şimdi gelmeyen, rutine bindiği için anlatmadığım, burada okuyucuyu sıkmamak için yazma gereği duymadığım anılarımız, yaşanmışlıklarımız o kadar çok ki. 2 yıldır bir-fiil dostum Funda. Şimdi Bursa'ya taşınıyor. O taşındıktan sonra ben de başka bir apartmana taşınacağım aslında ve benim planım daha önce yapılmış bir plandı. Ama yakında bir apartman olacağından benimki, çok koymuyordu uzaklaşmak.  Yine canımız istediği an birbirimizi görecektik. Onun bu ani ve hızlı kararı beni bu akşam öğrendiğimde afallattı. Kendimi yalnız kalma hissiyle karşıkarşıya getirdi. Savrulduğumuz hissi yaşadım.


    Hayat. Bizim yerimize planlar yapıp şartlar koyuyor önümüze ve savuruyor. Fundanın komşuluğundan, dostluğundan, buradaki ennn açık kapımdan mahrum kalmak fikri beni şimdiden çok üzüyor. Bazen bir dostu ailendeki birinden daha çok benimsersin. Dost, seçebildiğin ailendir. Ama bu aile kolay bulunmaz, herkesten seçilmez.Funda benim seçebildiğim ailem. Kolay bulunamayan kolay seçilemeyen bir aile. Şimdi uzaklaşıyoruz...


     Tek tesellim, benim ailemin Bursa'da olması nedeniyle her gittiğimde onu görebilecek olmam, onun kayınvalidesi burda olduğu için her geldiğinde görüşebilecek olmamız. Yeterki gönüllerimiz bir olsun.


    Sonunu nasıl bağlayacağımı bilemiyorum bu yazının zira saatlerce konuşabilirim bunun üstüne. Anlatabilirim bir bir onu. Ama sonu gelmez, yine bağlanmaz konu. En iyisi belki de, birden kesmektir. Tek çaresiz ayrılık ölüm nihayetinde.  Çok şükür onu bize göstermeyene. Gittiğin yerde çok mutlu ol dostum,  "iyiki buralara gelmişim" de komşum. Bahtın açık olsun, vardığın yerler bereket versin hanene. Seni çok seviyorum.



"Bir kızım olsun istiyorum, adı Yağmur olsun. Bir de oğlum olsun, adı Toprak olsun. İkisi de kavga etsin, ortalık çamur olsun." Aziz Nesin

23 Haziran 2014 Pazartesi

aşk


dost istersen Allah yeter ya hani,
aşk istersen de bir evlat yeter.

     Öğrendim. Bir adam/kadın için, bir evlat sahibi olmadan önce aşk, karşı cinstir. Uğruna ölünebilen, ateşlere dayanılabilen, tavizler verilen, fedakarlıklar edilen... Ama bir evlat sahibi olduktan sonra her şey değişir. Aşk kelimesi ne kadar hafif bir tanımdır ona duyulan hisleri tarif etmek için. Orada biter karşı cinsin o vasat ve fani aşkı. Uğruna canlar verilebilecek her şey aslında ne kadar bayağıdır artık. Ah o evlat yok mu, artık onun bir tırnağını bile karşılamaz o fani aşk. Önceden bir bütün için verilecek canlar artık bir gülüşe fedadır. Bir bakışa, bir kokuya, bir dişe, bir tek kelimeye. Bin canı olsa insanın, her bir zerresine feda edecektir sahip olduğu evladın. Evlat azizim evlat, aşk ararsan bir evlat yeter.


Rabbim isteyen herkese AŞK versin :)

22 Haziran 2014 Pazar

içimden geldiği gibi...

     Keşke, en büyük derdimizin çocuksu aşklarımıza karşılık bulamadığımız olduğu günlerimizde kalabilseymişiz. Dünyada başka hiçbir şeyin mühim gelmediği günler. Utanmadan ve içimizden bağıra bağıra, en duygulu sözlerle yazabildiğimiz günlerde...

     Hepimizin olmuştur o günleri. Karşılıksız aşkın peşinden koştuğumuz, geceler boyu ağladığımız, sayfalarca yazdığımız, büyümek için sabırsızlandığımız günler. Öyle ya, büyüdüğümüzde kesin kavuşurduk o amansız aşka, kavuşamasak da elimizden mutlaka bir şeyler gelirdi onunla ilgili. En nihayetinde de kesin derdimiz kalmazdı ya; büyümeliydik işte bir an önce. Şu çektiğimiz karşılıksız aşk kadar acı verecek başka ne olabilirdi hayatta değil mi ama? Ah o çocukluk, ah o toyluk, ah o delilik!

     Anneyi kaybetme, babanın amansız hastalıkla boğuşması, evlat acısı, vicdan rahatsızlığı, savaşta uzvunu kaybetmiş birinin çaresizliği, ahiret sorumluluğu, ölüm korkusu, eve ekmek getirme derdi neydi, ne bilirdik? ah çocukluk, ah başında kavak yelleri esen gençlik! Keşke hiç büyümeseydik...

21 Haziran 2014 Cumartesi

okur ama yazamaz bir yeni blogger'ın yazma mücadelesi

     Yazmaya başlamak gerek. Bir yerlerden başlamak ve sürdürmek gerek. İçimiz boşalana kadar. Gördükçe, yedikçe, içtikçe, gezdikçe, aglayıp güldükçe, konuşup dinledikçe, okuyup öğrendikçe; yani yaşadıkça dolan içimiz boşalana kadar yazmak gerek.


Okur musunuz siz de?