12 Eylül 2017 Salı

Peynir de bebeğim, ağlayalım!




     Doğmaya çalışan bir lahana. Biz kelem deriz. Kelem bile koca koca yaprakların içinde; mahreminde doğmaya çalışıyor.


     Çoktandır yazmak istediğim bir konu var; Doğum fotoğrafları.


     Doğada canlılar doğurmak için mahrem yerler ararlar. Hiç sokak ortasında doğuran bir kedi gördünüz mü? Çok zorda kalmadıkça ve müdahaleye ihtiyacı olmadıkça ahır hayvanları bile kendileri doğururlar.  Yani hiçbir hayvan doğumuna başka bir canlıyı şahit etmek istemez. 

     Eskiden evlerde doğurmak daha makbul görülürmüş kadim insanlar tarafından. Sadece gerekli kişilerin bulunduğu loş odalarda yaptırılırmış doğumlar. Dualar edile edile doğurtulurmuş kadın. Bebek dua seslerine doğarmış. Babam anlatır, köyde bir ailenin yeni bir bebek sahibi olduğunu, kadının Doğum yaptığını kırkı çıktıktan sonra öğrenirlermiş. Hamile olduğunu bilmezlermiş bile! 

     Şimdi her şey ayyukta. Son senelerde hamileliğin mahremiyetinin kalktığını geçtim, Doğum anları bile sergilenmeye başladı.


     Önceleri hoşuma giderdi. Yani bebeğin o dünyadan bu dünyaya geldiği andaki görüntü. Kirli(!), buruşuk ve taze.

     Sonraları farkettim ki, bencilce bir istek bunları görme isteği. Evet benim hoşuma gidiyor ve sırf bu yüzden savunmasız bir canlının mahremine giriyorum. Zamanla rahatsız olmaya başladım. Yani rahatsız olduğum şey görüntü değil, mahreme girmek. Yani saygısızlık etmek. Kakara kikiri bir ortam yaratılıyor izlemlerime göre. Sohbetler muhabbetler yapılıyor spotlar altında tüm doğum boyunca. Sonra Doğum bitiyor ve bir duygusal an! Bu an da canlı yayınla servis ediliyor çoğu zaman. TV programında görsek reytinge oynuyor deriz halbuki!


Şahsen ben birinin yanında kolay kolay ağlayamam bile. Benim ağlayışım bile mahrem 😂


     Sezeryan anında tüm ameliyat görüntüsü meydanda, kesilmiş karından bir bebeğin çekilip çıkarılışı. Çok mahrem bir görüntü bence. Vajinal Doğum görüntülerine değinmiyorum bile. İlla mahrem olması için yöntemin vajinal ya da sezeryan olması gerekmiyor da zaten. Çünkü burda kastettiğim mahremiyet organ mahremiyeti değil. İsteyen istediği yerini açsın göstersin, bana ne?! Ama savunmasız bir bebeğin dünyaya gelişi ve geliş durumunun servis edilmesi, o büyülü, uhrevi ve mahrem anın sergilenmesi; saygısızlık edilmesi çok bencilce.


     Birileri bundan para kazanıyor. Birilerinin de aklına girilip şirin gösteriliyor. Bu anın uhrevi bir an olduğu, kıymetli, özel, mahrem, büyülü bir an olduğu unutturuluyor. O an tek yapılması gereken şeyin Allah'a yakarmak olduğunu unutuyoruz. İşimizin Allah'a kaldığını unutuyoruz. Ölürsek şehit olacağımızı unutuyoruz. Çektir hatıra kalsın, ileride bakarsın, çocuğuna hatıra olur vs vs vs.  Halbuki bu esnada aslında ne yaptığımızı kalben düşünmüyoruz. Neyden vazgeçtiğimizi, bebeğimizin ne hissedeceğini, ona ne yaptığımızı düşünmüyoruz. Doğumun tüm ambiyansını bozup o anı Doğum anı olmaktan çıkardığımızı unutuyoruz. Yakarmaktan , dua etmekten, Allah'ın yardımından ve şehitlik mertebesine erişilecek bir andan vazgeçiyoruz. An, sıradan bir ameliyat anı oluyor artık.


Çek bi fotoğraf şöyle gelişine gelişine, peyniiiir de, hooop ağla! THE END

3 Eylül 2017 Pazar

İyileşmek ve iyileştirmek

Bizden öncekilerin bizle ilişkileri nasıl olduysa, bizim de bizden sonrakilerle ilişkimiz aynı olacak. Bize karşı tutumlar nasılsa, bizim de tutumlarınız aynı olacak. 

Eğer bir şeylerin yanlış gittiğini farketmezsek. 


Farkındalığımız gelişir ve bu gidişata bir son verirsek, bu zinciri kırmış ve bu farkında olunmayan karanlığa son vermiş oluruz.


Peki bizden öncekilerin bizde bıraktıkları olumsuz etkileri ne yapacağız? 

Kimin ailesinde travmatik bir vak'a yok? 
Kimin ailesinde bilinçsiz ebeveyn tutumu yok? 
Kim pedagojik formasyonun kanatları altında büyüdü?


Affedici olmayı öğrenmekten başka çaremiz Yok.
Bizden öncekilerin bilinçsiz tutumlarını, farkında olmadan yaptıklarını affetmeyi öğreneceğiz.
Hoşgörmeyi, anlayışlı olmayı öğreneceğiz.
Nihayetinde hiçbir anne, baba, abla, abi ya da ebeveynliği üstlenmiş yetişkin, çoçuğunun kötülüğünü istemez. 
Siz deyin cehaletten, ben diyeyim düşüncesizlikten; bir takım sebeplerle yanlış davranmış olabilirler. Ama bunu bile isteye ya da kötü olalım diye yapmamışlardır.


Affedici olmamak bize bir şey kazandırmaz. Bakış açımızı bu şekilde değiştirmemek bizi sadece zehirler. İçine girdiğimiz çamur, sürekli Zihnimizde dönen olumsuz anılarla bataklığa dönüşür ve bu girdaptan çıkışımız gün be gün zorlaşır.


Bizim farkındalığımız ve süregelen yanlış düzene son verişimizin verimli olması da affedici olmaya bağlıdır.
Biz tedavi olup onarılacağız ki bizden sonrakilere sağlıklı bir davranış gösterebilelim.
Biz iyileşeceğiz ki, bizden sonrakileri iyi edelim.
Biz affedici olacağız ki, affetmeyi öğretebilelim.


Tecrübelerimden çıkarımımdır ki;

İnsanın hayatını cennete çevirmesi, affetmeyi öğrenmesiyle başlar.

Kin, içine girdiğin zindanın anahtarını kaybetmek gibidir.

1 Ağustos 2017 Salı

bir kuru yapraktan konu araklamak;

İnsanın faniliği üzerine.

Konuyu çaldım demeyeyim ama esinlendim. Dilerseniz linç edebilirsiniz, Ziyanı yok. Pişman değilim. Fotoğrafı da çalacaktım ama sonra spamlarla uğraşmak istemedim. İşim var.
Zaten sürekli söylediğim şeyleri yazacağım. Yani esinlenmek bile yok aslında. Ama çalmış olmayı isterdim. zevklidir herhalde(!)

Neyse, başlayalım.

Eskiden evde tozu toprağı dert edinirdim. Sonra anladım ki hepimiz o toprağın altına gireceğiz. Hem de külli haşeratıyla birlikte. Buna aydığım gün, ders oldu, dert bitti.

Fiziki konularda hiçbir zaman azimli olmadım. Yani üç kilo fazlam var, beş kilo versem iyi olur gibi dertlerim hiç olmadı. Ama zayıfken bile kendimi şişko sanıyordum, o ayrı. Sonra zaten bedenimiz nasıl olursa olsun, gideceği yer toprak. Manken de toprak olacak ben de. İkimizde aynı türden bir çukurda son bulacağız. Çok da kasmaya gerek YOk, menüde kuzu gerdan var, bol tereyağlı. Afiyet olsun!

Güzellik de buna dahil.

Dünya malına çok şükür ki hiç heveslenmedim. Ama kanaat ettiklerimiz bile fazla aslında. Ha malikanede yaşamışsın ha imkanın olduğu kadarında. Sokakta yatan nice analar var; çocukları koyunlarında. Nice babalar var onların başını beklemek için gözünü kırpmayan. Velhasıl, gireceğin 3 metre derin 2 metre uzun bir çukur, üstün kapatılınca sıkım sıkım sıkılacaksın. Bu dünyada sıkılmışsın; çok mu?

Para, mal, mülk. Bunlar kazanılırken kaybedilen zaman, verilen emek, aksatılan ibadetler. Halbuki yediğin içtiğinden fazlası bankada istif olacak. Kefenin cebi mi var? Gittiğin yerde ederi mi var? Tüm zamanın, tüm emeğin pul olacak kimbilir kimin elinde. Aksatılan ibadetler kefene yazılı.

Her şey fani. İnsan fani. Rockefeller bile öldü ya hu, ölümün uğramayacağı ihtimali sonsuzlukta bir bile değil!Bir dakika sonra hayatta olmama ihtimalin 2'de 1!

Geliyoruz dünyaya, pamuklar gibi. Giderken bir buruşuk mendil gibi. Vardığımız yerde dökülüp toprağa karışacağız, kurumuş yaprak gibi.

Ruhumuz zaten Allah'ın affına kalmış...

derdin mi var?

kanaat-mutluluk ilişkisi

•Elindekine razı olan, en mutlu kişidir• der babam.


Hepimiz mutluluk arıyoruz. Ama onu hep bulunduğumuz şartların üstünde arıyoruz. Halbuki daha alt şartlarda olsaydık, şu an içinde bulunduğumuz şartlar yetecekti mutlu hissetmek için.


Hayatıma bakış açım ve mutluluk kaynağım, babamın da bu öğüdü ışığında, benim olmak istediğim yerin belki başkalarının hayali bile olamaması düşüncesidir. •

Aslında bu durumun özetle bir adı var; kanaat.


İnsanı, güya mutlu olmak için hatalara, hırslara, günahlara sevk eden şey doyumsuzluk. Sonunda mutlu olmak hedeflenmiştir ama bu doyumsuzluk çoğu zaman anlık ve geçici mutluluklarla kandırıp aslında kalıcı ve yıkıcı bedeller ödetmiştir.


Allah'ın bize tayin etmiş olduğu yol, bizim için en hayırlı olandır. Bu güzergahta karşımıza çıkan hayırlarda da şerlerde de Hikmetler vardır. Başka yolların bizim cephemizden görünen yerleri, bizim yolumuzdan daha cezbedici olabiliir ama elli metre sonra bulunduğumuz ve özendiğimiz yolların bize neler göstereceğini bilemeyiz. Bu bilinçle, yolumuzdan sapmadan, bize tayin edilen iniş çıkışlara kanaat etmek, bizim için en yakın mutluluk kaynağıdır.


Herkesin mutluluğu aslında 200 metrekarelik yaşam alanı içinde. Pencerenin dışının soğuk olma ihtimali her zaman vardır ama pencerenin için her daim sıcaktır.


Doyumsuz değil, kanaatkar olalım. Bununla Mutlu olalım, mutlu edelim. Maceraların her zaman tehlikeli tarafları var, risk almayalım.


Bir konu içinde aslında bir sürü konuya değinerek, içimi döktüm. Çemkiresim de var ama başım ağrıyor hiç sinirlendiremem şimdi kendimi. Selametle •


31/07/2017

kaçıncı doğuşum?

Ayın son günü doğumgünüm.
.

Bir ay öncesine kadar, kendimi aynada 23-24 gibi görüyordum. Ruhense çok daha küçük hissediyordum. Bir süredir, aynaya bakınca 31 yaşı dolduran bir insan görüyorum. Ruhen hissettiğimle aynada gördüğüm birbirilerine çok benziyorlar. .

Kötü bir hayat geçirmedim. Bilakis, çok tecrübeler yaşadığım, inişli çıkışlı da olsa güzel bir hayat geçirdim. Şimdi de çok güzel bir hayatın içinde, şükrediyorum.
.

Her zaman, bebeklere bakıp yüzlerinden nasıl yetişkinler olacaklarını okumaya çalışırım. Hepsi o kadar masum ki. Hepsi masum kalacaklar, hepsi çok güzel kalacaklar gibi gelir. Ama maalesef dünyanın gerçeği bu değil. Bahtı yaver gitmeyen bunca insanı düşününce ve sonradan kötü olabilen bu kadar insan varken, bakış şeklimi değiştirir; bahtsızlığın ve kötülüğün o bebeğin üzerinde nasıl duracağını tahayyül etmeye çalışırım. Hiçbir bebeğe yakışmaz bunlar. Sonra, hayatı çok bahtsız geçmiş yetişkinlerin bebeklik/çocukluk fotoğraflarını görünce, vay be yavrum, sen mi çektin; bu masum bakışlar mı savaştı bunca bahtsızlıkla diye yine tahayyüle çalışır, yine o yüzün bunları nasıl karşılamış olabileceğini düşünürüm.
.

Balataları yakmadan, yaşlanıyor olduğumu kabul edip, yazımı burda sonlandırayım.

30/07/2017

rıhtımdan el sallıyorum

Öğrenciyken süper bir ekiptik. yurdun yangın merdiveninde oturur; sabahtan akşama, akşamdan sabaha çekirdek çitler gazoz içerdik.
 O yangın merdiveni bizimdi. Başka gelen giden teşebbüs eden yoktu. 
Ne güzel günlerdi. 
Güzeldi ama o keyif de, o dostluklar da o merdivende kaldı. 
Yahya Kemal Beyatlı'nın Sessiz Gemi şiirinde bahsini ettiği rıhtımda kalanlar gibi hissediyorum kendimi. 
Tamam önce ben mezun olmuştum ama yine de kendimi o rıhtımda kalan gibi hissediyorum. 
Ben görüşeceğiz ümidiyle ayrıldıktan sonra öğrendim ki o ekip hiç Yanyana gelmemiş. Yani asıl terkeden ben olmamıştım... 
hayat vefasız, insana ne kalmış? 
Ömür vefasız. 
"Benim" dediğimiz beden bile vefasız. 
Neyse. İnsan özlüyor bir an, sonra bakıyor ki geri gelmeyecek, vazgeçiyor özlemekten. 
Kavuşulabilecek şeyleri özlerim ben. 
İki Cihan'ı bir araya getirsem kavuşamayacağım şeyleri özlemekten çoktan vazgeçtim.

29/07/2017

çocuk mu uyumuş?

Çocuk uyuyunca #neyapacağınışaşırangiller de bugün;
.

Kahve içip kitap okumak istiyorum şu sükunette. Ama diğer taraftan da İçimden bir ses zihnimi taciz edip okumamı sabote ediyor ve diyor ki "ya kalksan da bi yürüyüş yapsan, ardından da spor, biraz açılsa kemiklerin" . Sonra diğer taraftan da bir ses duyuyorum kafamın içinde; "ne sporu arkadaşım ütüler bekliyor seni, onları hallet de kalksın dağınıklık!" . Sonra da ütü yapmaya giderken yolda yıkamayı bitirmiş çamaşır makinesi ilişiyor gözüme, çıkar as artık çamaşırları diye göz kırpıyor kapağı gösterip. Sonra çocuk uyanıyor ve hiçbir şey yapamadan geçen zamana elveda deyip hayata kaldığım yerden devam ediyorum.
.

Bu arada bir türlü gidemediğim mutfaktan kahve Makinesi error veriyor beni açık unuttun diye.
.

29 temmuz2017

hicr; 5

Ecel şöyle bir şeydir;
.

Bir aile dostumuzun oğlu '99 yılına kadar Diyarbakır'da polisti. O dönem terör ayyuktaydı ve aile sürekli endişe halindeydi. Her telefon çalışında kötü bir haber almaktan korkuyorlardı. zorunlu hizmet süresinin dolmasını; oğullarının, gelin ve torunlarının zarar görmeden dönmelerini bekliyorlardı. Nihayet tayinleri Sakarya'ya çıkmıştı. Aile, ölümden kurtulmuş olmanın, sağsalim dönmüş olmanın Sevinciyle, sözün tam anlamıyla bayram yaşamıştı. '99 yılının 17 Ağustos gecesi polisimiz devriye gezerken bir kahvehaneye girdi. Bu esnada deprem meydana geldi ve polisimiz göçük altında kalarak görevi başında şehit olmuş oldu...
.

Bakınız Hicr süresi 5. Ayet;
.
Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir ne de geciktirebilir.

gaza gelip hayatı ortalamak

Hepimizin kendini herhangi bir sebepten yetersiz hissettiği zamanlar vardır. Kimimiz deriz ki ben çok günahkâr bir kulum. Kimimiz deriz ki çok sağlıksızım. Kimimiz deriz ki ben çok sorunluyum. Kimimiz de, yaşın da bizi etkilediği sebeplerle, Halen Erdem gelişimimizi tamamlamamış olmaktan yakınırız. Ama hepsi Ve daha fazlası, Zamanla kazanılabilen, Zenginleştirilebilen durumlar.
.

Bir arkadaşım bir ortamda; Erdem sonradan da kazanılan bir şey, demişti. Orda şimşekler çaktı. Bulunduğum Erdem gelişimini zenginleştirebilirim; neden olduğum gibi kalmaya razı geleyim ki? Dedim. Ve zamanla bu konuda prensiplerimi geliştirdim.. Huy edindim ve karakterim olmaları için hayatıma yerleştirdim. İnşallah hiçbir zaman ödün vermem.
.

Aynı arkadaşım, sonraları bir konuşmamızda kendisine evlenmeyi çok da düşünmediğimi söylediğimde, aaaa olur mu hayatta yalnız kalırsın. biz evlenip çoluk çocuğa karışırız, akşam olunca kapılarımızı kapatırız sen ne yaparsın, ortak konumuz bile kalmaz konuşacak! Minvalinde şeyler söylemşti. Ben de onu dinleyip evlilik planlarımı hızlandırmıştım. Sağolsun. Şimdi ben 6 yıldır evliyim. Çoluk çocuğa da karıştım. .
.

He arkadaşım mı? O hala bekar. Tabibi ortak konularımız var. .
.

Herkesin kısmeti bir yerlerde doğru zamanı bekliyordur elbette. Rabbim herkese hayırlı kapılar açsın, hayırlı zamanlarda.
.

Çok pis gaza geliyorum :))

26/07/2017

tutamıyorum zamanı

Bir pazar günü annem dışarı çıktı. Eve döndüğünde yanında bir akrabamız ve meşhur Şakire ebe vardı. Benim dışarı çıkıp oynamamı söylediler. Bahçeye indim, hava kapalı. Kimse yok dışarda. Oturdum bahçede. Bana daha öncesinde kardeşimin doğumuyla ilgili, balkona bir melek gelecek ve bize kardeşini verecek demişlerdi. Balkonu izlemeye koyuldum. Gelen giden olmadı. Çünkü biz melekleri göremezdik. Yağmur çiselemeye başladı. Ama senelerce, yağmurun sadece bizim bahçeye yağdığını anımsayacak ve bunu iddia edecektim. Benim için büyülü bir andı çünkü ve büyülü anlarda böyle enstantaneler olurdu. Uydurmuyordum, gerçekten algım o an bu yöndeydi ve bana sadece bizim bahçeye yağmış gibi gelmişti. Eve çıktığımda beni oturma odasına aldılar. Kapıdan girince hemen sağdaki kanepeye oturttular ve kucağıma beyaz kundağa sarılı patates kafalı bir bebek verdiler. 7 yaşındaydım.
.

Kardeşlerimle daha çok vakit geçirmek isterdim. Daha çok anım olsun isterdim. Daha dolu dolu yaşamış olmak ve sadece güzel anılarla doldurmak isterdim kalbimi, zihnimi... ama insan bilmiyor. Çocukluğun bulandırdığı zihin, kardeşliği dolu dolu yaşamaya izin vermeyebiliyor. Kardeş kıskançlıkları, rekabet, bilinçsiz ebeveynlik, hayat şartları, kader, kısmet... bir şeyler aralara setler çekiyor, duvarlar örüyor.
.

Küçükken ömer beni çok severdi. Hala iyi aramız, hala sever elbette. Hem de çok. İşte, küçükken de böyleydi. Birlikte uyumak ve bana çok sarılmak isterdi. Ayy sinir olurdum onun sarılmak istemesine! Sakın değme bana, bana değmeden uyu diyerek onu iterdim. Şimdi düşününce, ne kötüymüşüm! onu düşününce, ne üzmüşüm meğer. Aslında anaç bir yapım var. Şimdi tüm çocuklar çocuğummuş gibi. Empati yeteneğim makro düzeyde. Ömer'in o zaman neler hissedebilmiş olacağını hissediyorum kalbimin en derininde ve çok pişmanım. Ama o zaman ben de çocuktum ve bu kadar geniş hissedemiyordum. Keşke o küçük sarı kafalı çocuğa sarılsaydım, onu üzmeseydim, mahçup etmeseydim, mahzun bırakmasaydım... kıyamam sana ömer!
.

O gün kundakta kucağıma verilen patates kafayla şimdilerde iş, eş, düğün, dernek, siyaset, fikir, mantık, piyasa, felsefe konuşuyoruz.

21/07/2017

anne doğulmaz; anne olunur

Annelik sihirli bir şey değil. 
Yani anne olur olmaz otomatikman müthiş yetenek ve bilgiyle donatılmazsın. 
Anne olduktan sonra sudan çıkmış balık olursun. Deneye yanıla ve içgüdülerinle annelik yaparsın. 
Bazen yanlış yaparsın. 
Bazen aynı yanlışı defalarca kez yaparsın ama içine o an sinen davranış odur, onu yapmak doğru gelmiştir. 
Anne sensin, dokuz ay tüm hücrelerinde büyütüp doğuran sensin, yavrun senin. 
Ananın bastığı yavru ölmez derler ya, onun gibi. 
Sen hatalı da davransan bir şey olmaz aslında. 
Rab, seni imtihan etmek istemedikçe koruyacak zaten, korkma. 
Canlılar aleminde en zor büyüyen yavru insan yavrusudur ama en dayanıklı olan da insan yavrusudur. 
Deneyeceksin, yanılacaksın ve doğru yolu bulacaksın. 
Evlat senin. 
Sen nasıl uygun görüyorsan öyle büyüt. 
Çevrendekilerin deneyimlerine kulak ver ama taklit etme. 
Kalbinle ve zihninle yaşa. 
Somut yaşantınızdaki hiçbir eksiğin seni eksik anne yapmaz. 
Sevgini, şefkatini, kokunu, bağrını, ellerini, gözlerini ve gülüşünü esirgemediğin sürece en iyi anne sensin. 
Her çocuk için en iyi anne, bu anlattıklarım ışığında kendi annesidir. 
Kimsenin onayına ihtiyacın yok. Kimsenin böyle bir onaylama haddi de yok. 
Sarıl yavruna, en iyi anne olmanın huzurunu yaşa.

18 temmuz 2017

karşılaşma

Çarpışan otoların başı kalabalıktı. Herkes, yeni tur başladığında bir araba kapmak için sözün tam anlamıyla yarışıyordu. 
Yeni turda genç kız kendine bir araba kaptı ve oturdu. Yanına tanımadığı, genç bir çocuk yaklaştı ve araba kapmanın zor olduğunu söyleyip tur bitiminde arabadan hemen inmeyip kendisine teslim etmesini rica etti. 
Genç kız da tamam dedi, herkes işine döndü. 

Tevafuk bu ya, ne genç kız bu çocuğun kendisinin yeğeni olduğunu biliyordu, ne de genç çocuk rica ettiği kızın kendisinin teyzesi olduğunu biliyordu. 


Karşıdan bir kişi farketmişti sadece.


Trajedi buydu; film olurdu...


2 temmuz 2017

kültürel darbe

Ben küçükken yani iradem hâlâ ailemin tasarrufunda olduğu zamanlarımda, bizim evde sabah uyandığımızda günaydın demek yasaktı. Yasaktan kastım zinhar söylenemez değil de, bu kelimeyle güne başladığımızda babam "günaydın değil, hayırlı sabahlar" diye sakin ama kararlı bir ses tonuyla uyarıda bulunurdu. Bunu her sabah yapsam; yani her sabah günaydın desem, yine o üslubunu ve inancını bozmazdı. Biz de zaten bu sınırı pek zorlamazdık. Ama evde hayırlı sabahlar, okulda sürekli günaydın olunca ve evde olmayıp komşuda olan daha tatlı gelince her çocuk gibi bana da, evde de kullanasım geliyordu o kelimeyi. Daha modern geliyordu belki de o günkü aklıma. "Hayr" kelimesi Arapça bi kere. Ne kadar eski ve demode. Ama günaydın öyle mi? Tüm modern ortamlarda -tv, okul, resmî daire- hep günaydın deniliyor. Çocuk aklımla daha cazip geliyordu demekki. .
.

Bazen düşünüyorum da, okullar gerçekten bir nesli, istediğin şeyi empoze edip istediğin gibi yetiştirebileceğin; istediğin kıvama getirip istediğin şekilde kullanabileceğin ortamlar. Hatırlıyorum çünkü, çok keskin ve kasıtlı öğretileri vardı okulun üzerimizde. Mesela Osmanlı'nın son dönem padişahlarının deli, hasta ve çocuk yaşta olduklarını öğretmeleri gibi. Okulda hep "merhaba, teşekkür ederim, günaydın, tünaydın, umarım, iyi" gibi kelimeler kullanılıyordu. Selamın aleyküm, Allah razı olsun, hayırlı, inşallah gibi kelimeler kullanılmazdı. Gelenekçi bir ailede yetişmeme rağmen, şimdi dilimden düşürmediğim "Allah razı olsun" tümcesini, bir kaç sene öncesine kadar asla kullanmazdım. Kullanamazdım. Ağzıma yakışmıyordu sanki telaffuzu. Dilim dönmeyecekti söyleme yeltensem sanki... velhasıl, siz anladınız beni.
.
. "Günaydın" ne kadar yavan bir kelime. Hepimiz gözümüzü açınca günün aydığının zaten farkındayız; zaten gün aydığı için gözümüzü açmışız. Bunu birinin söylemesine ya da bizim birine söylememize ne hâcet?
.

En güzeli "hayırlı sabahlar" demek. Bir duada, bir temennide bulunmak gözünü açana.

10 mayıs 2017

bir nefsi müdafaa planı

Babam 10 yaşındayken köylerinde Deli Ağaların Kör Ali dedikleri bir adam varmış. Babamlara çalışmaya gelirmiş. Kör Ali, adam öldürmekten 13 yıl, çıkınca da nohut çaldığı için 2 yıl; toplam 15 yıl hapis yatmış. Bir gün babama, adam öldürme zanaatinden bir örnek vermiş. Şöyle anlatmış;
.

Adam tenhada vurulmaz. Adam vuracaksan kalabalıkta vuracaksın. .
.

Tabi babam çocuk aklıyla şok! Adam kalabalıkta vurulur mu hiç Ali amca?
.

Kör Ali devam ediyor.
.

Kalabalıkta adama yaklaşacaksın. Sessizce kulağına ağır küfür edeceksin. Sonra adam seni kovalamaya başlayacak. Kaçıp çıkmaz bir sokağa gireceksin. Adamı orada vuracaksın. Kendini köşeye sıkıştırtman, nefsi müdafaadan cezanı yarı yarıya indirecek.

Babam bunu anlatınca bana, tabi ben de şok. Bir ömür düşünsem aklıma gelmezdi.

7mayıs2017

adalet(!)

Bugün tarlada güneşin altında ya da yağmurda çamurun içinde 12 saat çalışan Hacer ablanın yevmiyesi 50 lira iken, sıcacık evin içine temizliğe gelen Suna ablanın 10 saatlik yevmiyesi 150 lira. 

İşçi sınıfı bile kendi arasında adaletsiz. 


Ya Hacer ablaya zam gelsin içim rahat etsin ya da Suna abla insafa gelsin benim camlar silinsin. 


Cam silemiyorum çünkü. ikinci sene-i devriyesi son cam silinişinin benim evde! 


4 sene fakülte okudum ben, benim bile günlüğüm 150 lira değil.


1 nisan 2017

duygusal zeka

İnsanların zeki çocuk peşinden koştuğu, evlatlarının üstün zekalarıyla kıvandığı, çocuğum zeki olsun herşeyi herkesten önce yapabilsin, en birinci olsun hep birinci olsun doktor olsun bilim adamı olsun bla bla bla ayh daral geldi bana yazarken neyse işte böyle bir dünyada ben zihin engelliler öğretmeniyim. 

Şimdi size uğraştığım aile vak'alarını (bizim alan sadece öğrenci hedefli ve odaklı her eğitim alanı gibi ama malesef mümkün olmuyor çocukların aile hayatlarına kayıtsız kalmamız) anlatsam ağlarsınız. 


Bazılarınız da tabi uçtukları yarış teyyaresinden bakıp ayyy der sonra önüne döner ve vitesi beşe alıp gazı kökler. bilemiyorum var böyle tipler mutlaka. 


İşte efendim, benim bu zor aileler içinde yaşayan; aslında yüksek olduğunda çok da işe yaramayan IQ puanı düşük ama düşüklüğünde dünyayı zindana çeviren EQ su yüksek çoçuklarım var. 


Geçtiğimiz günlerde sınıfta aylık "azim tablosu" tutmuştuk. Belirli bir sınırı geçen çocuklarımıza hamburger (özellikle bazılarının ulaşamadıkları bir şey bu) ısmarladık. Sınıfın en azimli öğrencisi adaşım Tuğba, ben yemeyeceğim diye tutturdu. Kızım neden yemiyorsun bir aydır bu günü bekliyorsun hadi ye şeklinde ısrarlarımız sonucu, " ben eve götürsem? yeğenlerimle yiycem onlar olmadan ben bir şey yemem" diye ayak diredi. 


6 tane yeğeni var evde! Hepsi minik minik. Tuğba bakıyor onlara günün büyük bölümünde. 


Kızım hangisine paylaştıracaksın? Onlar da büyüdüklerinde yiyecekler senin gibi falan diye gönlünü yaptık falan da oturdu düşüne düşüne yedi çocuk. 


İnanın bana hiç mübalağa etmeden, ekleme yapmadan hatta özetle anlattım mevzuyu. Güler misin ağlar mısın? Ben bir yorum yapmayacağım. Huzurlarınızda Yılın üstün duygusal zeka ödülünü veriyorum kendisine.


29mart'17

nasıl sabrediyorum?

Bana sürekli nasıl bu kadar sabırlısın ya da nasıl böyle serbest bırakabiliyorsun deniliyor. Buyrun cevabım;
.
.
.
En sağlam kalan otomobillerimiz oynamadığı sürece ekseriyetle cam kenarında dizili.. Tekeri düşen aynası kırılanlar sepete, sağlamlar cam kenarına. Bir çocuk odasına ruh veriyor bunlar. Bir oğlan çocuğu odası burası diyorlar. Oğlum uyurken ben de onun sağlığını ve nefes alıp verdiğini hissediyorum bunlarla. Her yerde onun parçaları olsun, her an hayatta olduğunu hissedeyim istiyorum. .
Camlardaki el izlerini silmiyorum. Koltuklardan boya izlerini silmiyorum. Döktüklerini saçtıklarını öyle hemen toplamıyorum.

Bugünleri çok hayal ettim çünkü ben. Zeynep'i kaybettikten sonra uzun zaman Zeynep'in büyüdüğünü ve büyüdükçe bunları yaptığını hayal ettim. Her ayına,her yaşına uygun anılar hayal ettim gözlerimde. Sonra dedim ki, Yusuf ne yaparsa yapsın,onun edep çerçevesini ve karakter gelişimini olumsuz etkilemeyecek ölçüde ve evimiz sınırları içinde serbest bırakacağım. .
Halılar,koltuklar,camlar,duvarlar hep yenilenir ama onların bir nefesleri bile geri gelmez.Kaybettiğinizde onu geri almak pahasına her şeyinizi kaybetmeyi vaat edersiniz yaratıcınıza ama o emanetini geri vermez. .
Arkasından sürekli ev temizleyip iş yapmakla da vakit kaybetmemeye çalışıyorum. Zira bu serbestlikte bunu yaparsam Yusuf'a asla vaktim kalmıyor. Hiçbir şey yapmasam da onunla, yanında öylece oturmayı tercih ediyorum. Ki Yusuf bireysel bir çocuk,oyununa dahil olmamızı pek istemiyor yalnız takılmayı tercih ediyor. .
Hayat çok güzel. Çocuklarımızla güzel. Dökülüp saçılan bir kase nar için onun kalbini kırmak yerine halıda kalan izlere tebessüm etmek daha yapıcı. Yüz kere de kızsanız sadece pasif bir çocuğa dönüştürürsünüz çocuğunuzu. Halbuki zamanı gelene kadar kaç kez söylerseniz söyleyin dökmemesi gerektiğini asla öğrenmeyecek. Zamanı geldiğinde de zaten kendisi fikredecek dökmemesi gerektiğini ve sizin söylemenize belki gerek bile kalmayacak.
.
Son olarak, bebeklerinizle ve çocuklarınızla her anın tadını çıkarın. Hayatta bir şeylere değer biçerken çocuğunuzdan daha değerli olmadığını sadece söylerken değil yaşarken de hissettirin. Hayatı onlar üzerinden yaşamayın ama onlarla birlikte yaşayın. Rabbim isteyen herkese hayırlı evlatlar versin. 

17mart'17

yavru

Kalemliği devirdi masanın üzerine. Sonra masaya dökülen kalemleri kollarıyla savurarak yerlere saçtı. Ciddi bir ifadeyle yüzüne baktım. Göz göze geldik.

 "Bu hiç hoşuma gitmedi, lütfen kalemlerini topla" dedim. 


Gülmeye başladı. Ben ifademi bozmadım. 

Cümlemi tekrar ettim. Ama toplamadı. Her seferinde kendini zorlar bir tepkiyle ıııh diye bağırdı. Yüzünde korku kızgınlık ya da bir mana Yok ıııh derken. Dolayısıyla ne söylemek istediğini anlamıyorum.

 "Kek" dedi. 

 "Kekimiz yok ama yapabiliriz, hadi topla kalemlerini gidip kek yapalım" dedim. 

Önce avucuna bir sürü kalem topladı sonra kalemliğe koyacak gibi oldu ama vazgeçti. 

Aldım kucağıma oturttum. nasıl yapması gerektiğini gösterdim.
Çok çirkin görünüyor dağınık olunca, toplayalım güzel olsun falan diye de anlatıyorum bir taraftan da. Topladım, Yusuf'u bıraktım VE anında bir daha döktü-saçtı. 
Yine ifadesiz ama kararlı bir şekilde baktım yüzüne. 
Sadece model olayım, hiç konuşmadan yapayım görsün diye düşünerek sessizce toplamayı tekrar ettim ve topladım. 
Ama o yine aynı şeyi yaptı. Bunu yaparken müthiş zevk aldığını gözlemledim. 
Yerlere baktım ki her yer kalem ucu kırıntısı. 
Süpürmeyeceğim, kalsın böyle tozlu tozlu diye içimden geçirirken, içimdeki ikinci bir ses gülmeye başladı ve "Hadi temizleme de göreyim, bal gibi de temizleyeceksin, paşa paşa yapacaksın" dedi. .
Pes ettim kalktım oturdum karşıdan izlemeye başladım Yusuf'u. 

Elinden metal helikopteri düşürdü oynarken ve bana baktı. İlk iki-üç saniye müthiş masumdu bakışı. Biraz da mahçup. Sonra ben tebessüm edecek gibi olunca ağzını burnunu yedirecek bir sevimlilikle sırıtmaya, dişlerini gösterip burnunu buruşturmaya başladı. Ben de o şekilde gülünce rahatladı VE anneeeemmmm diyerek kucağıma atladı. Sonra tabi benim ağzımı yırtmak, burnumda üçüncü bir delik açmak, gözlerimi oymak gibi yöntemlerle suratımı sevdi. 


Ben onu biraz sevdim falan derken de uykuya yenik düştü


7 şubat'17

Anı

Öncelikle belirtmeliyim ki fotoğraf alıntı.






Burda görünen evlerden biriydi ama hangisiydi tam hatırlamıyorum, çok küçüktüm.


Ama içine dair hatırladığım şeyler var. Bu ev diyelim biz şimdi anlatırken. En son kapısından girişim herhalde 7-8 yaşıma tekabül eder. Belki o kadar bile yokmuşumdur. Bu evi çok severdim. Sadiye teyze ve Yahya dede yaşarlardı. Yahya dede babamın ilk kayınpederi olur. Sadiye teyze de onun ikinci eşi. Bu yüzden anneanne değil, teyze dedirtmişler herhalde. Yoksa annem kesin anneanne dememi isterdi. Her zaman babamın kendisinden önceki hayatına çok saygı duydu VE saygı duymayı öğretti. Neyse işte, Yahya dedenin yüzünü anımsayamıyorum ama bir arabası vardı, ahşap ürünler satardı. O arabayı çok severdim. Ürünlerden kastım genelde el yapımı ahşap oyuncaklardı çünkü. Sadiye teyze de çok naif, çok hanım, çok hoş bir teyzeydi. Yumuşacık sesiyle konuşurdu. Ak pak bir teyze. Bir de oğulları vardı, Ferhat dayı. O başka şehirde yaşardı ama Ziyarete geldiğinde karşılaşırdık. Benim fotoğraflarımı çekerdi. Hiç Yok o fotoğraflardan bizde. Onu da en son o zamanlar görmüşümdür. Ama bir fotoğraf çekim anımızı çok net hatırlıyorum. Bordo kadife bir elbisem vardı. Göğüs kısmında baklava dilimi gibi dikişleri olan. O baklava dilimlerinin köşelerini de inciler süslüyordu. Saçlarım kısaydı yanlış anımsamıyorsam. Bu evin arkasında koooocaman bir bahçe vardı. Yemyeşil bir bahçe. Her yerinde çiçekler ekili. Kaybolduğumu hissederdim bazen o çiçeklerin içinde. Yahya dede vefat etti. Sadiye teyze o evden taşındı. Biz Sadiye teyzeye bayramdan bayrama gider olduk. Ferhat dayıyla hiç görüşemedik. Hayat.


25 aralık '16

bireyselleşme savaşında yenilmek

Ütü yaparken aklıma gelen çok hoş bir anım var. 

Çocuktum, en fazla beş yaşındaydım sanıyorum. 
O zamanlar tek çocuktum, henüz arkamdaki üç ortak hayatta değillerdi. 

Benim kıyafetlerim annemin gardrobunda saklanırdı. 

Bir gün baktım annem çamaşır yıkıyor, elde, çöktüm yanına. 
Anne, dedim. Benim çamaşırlarımı ayrı bir dolaba koyalım. 

Annem de, o zaman kendi çamaşırlarını da kendin yıkarsın ama, dedi. 

Bi' daha da öyle bir talebim olmadı.

Şimdi çocukların henüz çamaşırları olmadan dolaplarının olduğu zamandayız... #zaman

13 kasım 2016

kin

Hangimizin "Ne kaldı geriye zaten, bir sürü boş hatıra..." Dediğimiz dostluklarımız olmadı ki....
.
Kızsak da, anımsadığımızda burnumuzun direğini sızlatan ve affetme isteği uyandıran ama gururumuzu yenemediğimiz için burun sızıntımıza karşı derin bir nefes alıp göz yaşımızı akmadan kuruttuğumuz ve kızgınlığımıza devam ettiğimiz hatıralar...

6 mart 2017

Evleniyoruz da eğleniyor muyuz kızlar?

Kendinize, çocuksu ve geçici aşk hevesinizin (sizin hiç bitmeyecek zannettiğiniz şey) kakaladığı ve onsuz olamayacağınızı düşündüğünüz ama aslında üç gün sonra boğazlamak isteyeceğiniz adamları eş diye almayın. Aşk biter. Aşk bitince eğer aranızda saygıyı VE sevgiyi koruyamazsanız vay halinize. Hadi sevgi de bitti diyelim bir vesile; saygınız kalsın bari. Saygı zaten zamanla sevgiyi bir şekilde yeşertecek, sevgi hep cepte yani takmayın kafaya. Ama saygı her evrede şart. Çünkü saygı olmayınca aşk gittiği an püfff! Her şey biter. .

Eşinizi seçerken ileriki yaşlarınızı düşünün. Bu adam benim arkamı dönebileceğim adam olabilir mi? Güven önemli. 

Önümüzdeki on yıl bana iyi arkadaşlık eder mi? Yanında rahat olabilir miyim yoksa beni yanlış anlar mı? Özgür hisseder miyim yoksa beni kasar mı? İyi vakit geçirebilir miyim yoksa sıkıcı mı olur? Zevklerimiz uyuşuyor mu? Ya da farklı zevklere rağmen saygılı mı? Beraber film izler miyiz? Telepatik miyiz? Müzik dinlerken aynı nakaratta aynı duyguya girecek kadar duygusal emek vermiş miyiz? Tabu ya da sessiz sinema oynarken bir bakışla anlaşabilir miyiz anlatabilir miyiz? Daha bir sürü şimdi aklıma gelmeyen gençlikte Laz'ım olan arkadaşlık halleri.

 Sonra on yıl sonrası yani orta yaş halleri. Yeterince iyi dost olur mu? Dertleşilir mi bu adamla? İyi dert dinler mi? Yargılar mı? Yadırgar mı? Derdine ortak VE derman olur mu? Dertleştikten sonra seninle ilişkisini bir şey Yok gibi devam mı ettirir yoksa gözden mi geçirir? Dertleşmek, dertleşirken açık olabilmek ve özgürce ifade edebilmek nimetini sunar mı? Falan falan falan... 

sonra da yaşlılık vakti. İyi yoldaş olur mu? Düştüğünde başında olur mu? Altını temizler mi? İlaçlarını zorla içirir mi? Titreyen elleriyle çorba yapıp önüne kor mu komaz mı? Çay demleyip ikram eder mi? Meyve soyup dilimleyip uzatır mı? Allah canımızı beraber alsın der mi? Ve yine bnm aklıma gelmeyen ama sizin her evrenizde ihtiyaç duyacağınız bir sürü şey. Bunları arayın eşinizde.  



Aşk dediğin şeyin ömrü literatürde 3 yıl. Ya sonra?
.....

Evlenirken adam da para mal mülk de aramayın, hepsi fani hepsi geçici hepsinin bir kıvılcımlık bir imzalık canı var. o paralar bitince hangi gemiyle yürüyecek o evlilik? Sonra adam bir kaba saba olacak; sen bir pişman olacaksın ki, abbooow toprak başına senin! (İçime çocukluğumda Posoflu teyze kaçmıştı, şimdi size el salladı) siz iyi mutlu mesut sevgili saygılı olun paranız yeter size. belki zengin de olursunuz hem.

13ocak17

4 Mart 2017 Cumartesi

Çocuk ve anne

Benim erken çocukluk dönemimde, henüz tek çocuktum ve annem de henüz çok gencecik bir kadındı. Uğraşacak benden başka bir şeyi de yoktu. Yaşı itibariyle enerjisi de yeterliydi demekki ki benle çok oyun oynardı. 
Mesela;
Bahçemizde kum yığını vardı bir köşede. Herhalde bir tadilattan kalmaydı. Annem o kumlardan ayırır, bana küçük bir tepecik oluşturur, altını da muntazam oyardı. Tünel olurdu o oyuk. Plastik bir oyuncağım vardı. Küçük bir şey. Böyle tren gibi ama arkasında römork gibi parçaları vardı. O tünelden o oyuncağı geçirmece oynardık. Çok severdim. 
Daha bir sürü oyun oynardı benle ama benim şimdi asıl anlatmak istediğim oyun şu. 
Bizim evin alt katında uzunca bir hol vardı. Bir ucunda ben dururdum bir ucunda annem. Annem gözlerini kapatır, kollarını açardı. Sonra bana "kucak kucak kucak" diye seslenirdi. Ben de kollarımı açıp anneme koşar sarılırdım. Çok hoşuma giderdi bu oyunu oynamak. 
Şimdi ben de oğlumla oynuyorum bu oyunu. Çok seviyorum. Annemin yerine geçtiğimi hissedip "vay be" diyorum o an içimden. Bir zamanlar o anne ben yavruydum, o bana kucak açardı. Şimdi benim bir yavrum var kucak açtığım. 
Hayat. 
Zaman geçiyor VE herkes böyle böyle sırasını savıyor. 
Ömür vefa ederse gün gelecek Yusuf benim yerime geçecek. Ve inşallah ben de onları izleyeceğim karşıdan, annemin bugün beni izlediği gibi. 
Öyle fiziksel hareket gerektiren oyunları annem kadar oynayacak enerjim Yok. Gerçekten yok. Hemen nefes nefese kalıyorum hemen dizlerimin bağı çözülecek gibi oluyor. Çok çabuk yoruluyorum. 
Annemin 3. Çocuğunun 5 yaşında olduğu yaştayım...

30aralık2016

Alın teri değil, miras...

Bizim yegane saydığımız, misafirden misafire çıkardığımız, yıkarken bir şey olmasın diye parmak uçlarımızla tuttuğumuz nice eşyamız biz öldükten sonra arkamızdan kimlere kalacak? Evimizi boşaltırlarken gelişigüzel bir şekilde kutulara sarılacak. Ya da hayrımıza birine verilecek; o da her hafta bulaşık yıkarken birini kıracak. Belki de torunlar gelinler demode bulup kapının önündeki çöpe koyacak. Kim bilir...
.
Annem bir gün bir apartman kapısı önüne çöpe konulmuş pul koleksiyonları bulmuş. Dosya dosya. Anlaşılan o ki; bir baba Almanya'da çalışırken dünyanın her yerine, her yıla ait yüzlerce pul biriktirmiş. Çok muntazam şekilde de dosyalamış. Dosya kapaklarının iç yüzlerine de çocuklarına nasihatler, mektuplar, iç döküşler yazmış. Okurken ağlatıyor insanı. Uzakta kalan VE ilgilenemediği çocuklarına, bir şeyler katamadığı çocuklarına, öğretmesi gerektiğini düşündüğü ama ulaşıp öğretemediği çocuklarına o sayfalarda yazmış. Mesela kurtuluş savaşını anlatmış. Mesela peygamberimizi anlatmış. Bir adamı vurup hapse girdiğinden ama bunu örnek almamaları gerektiğinden; gafletinden bahsetmiş. Kindar olmamalarını, kötülüğe kötülükle karşılık vermenin insana zarar  verdiğini öğütlemiş. Azıcık sayfaya bir sürü şeyi sığdırmaya çabalamış. Aceleye getirmek değil de, az zamanda çok şey katmak çabasını hissettiriyor insana. Bir Kuzey doğulu şivesiyle yazmış, bundan 40 sene evvel. Ama sonra ne olmuş? Birileri bunca birikimi, emeği ve bunca hissiyatı çöpe koymuş...
.
Bizim de çok kıymetli dediğimiz her şey, biz gözümüzü kapadıktan sonra çöpe dönüşecek. Çok da şey etmemek Lazım. .
Bu fincanlar da halamdan yadigar. Her gün kahve içilmezdi, mutlaka bunlar da onun misafirden misafire kullandıklarıydı. Ben şimdi misafire çıkarmakta bile tereddüt ediyorum. Biz bizeyken keyif kahvesi içiyoruz bunlarla evde. Gördüğüm en küçük yani en zarif fincanlar. Çekoslavak ürünü bir bohemian kristali takım olsalardı bize kalmazlardı ya zaten, torunlar gelinler çoktan sahiplenmişlerdi ama çok şükür ki değiller. Nurlar içinde rahmetle yat halacığım. 
02.02.'17 





Seni öldürmeyen şey güçlendirir mi?

Bugün eşim, "seni öldürmeyen şey güçlendirir" dedi. Gözlerine baktım, öldürmüyor evet güçlendiriyor amma ve lakin o gücü bahşedene kadar da sürüm sürüm süründürüyor diye düşündüm ama dile getirmedim.
İnanç, öldürmeyen o şeyin seni süründürmesine karşı direnç gösterme kabiliyetini arttırıyor. Çok yaşadım, ordan biliyorum. Çok güçlendim, güçlenirken sürünmenin etkisiyle çok da törpülendim ama, geriye dönüp baktığımda, sürecin muhakemesini yaptığımda görüyorum ki, inanç olmasaydı eğer sürünmenin tahribatları daha derin olurmuş, güçlenmek yerine savrulma ihtimalim de olurmuş o sürünmede. Yani sürünürken rüzgarın yönünü inanç kontrol ettiği için doğru bir güce ve sağlıklı bir noktaya ulaşıyor insan. İnanç olmasaydı kimbilir hangi rüzgara kaptırırdım bu sürünmenin rotasını. 
Törpülenen kısmı da, her şeyin bir bedeli var elbette. Öldürmeyen şey senden o an çok şey götürüyor ve sen o götürülerin etkisini iliklerinden söküp atmak için iliklerini de söküp atıyorsun bazen. Kalbine ağır geliyorsa kalbine daha baskın acı verecek ve o gidenin acısını bastıracak başka kesikler atıyorsun. Duyguna ağır gelirse o duyguyu harekete geçiren başka bir duyguyu söküp atıyorsun. Zihnine ağır geliyorsa eğer, Zihni'nde o düşünceyi bastıran başka Yen'i düşünceler üretiyorsun ya da o düşünceyi harekete geçirecek mekanizmaları köreltiyorsun. 
Ölmüyorsun ama sürünüyorsun işte. Allah bizi sürünürken boşluğun rüzgarına kapılıp gidenlerden olmaktan korusun. 

22 şubat '17

11 Ocak 2017 Çarşamba

bir şeyler söylemek istiyorum.

Anneanne, babaanne, dedeler, baba, ve diğer yakın bireyler anneye destek olmak, yardımcı olmak için varlar.
Varolsunlar.. Allah razı olsun. 

Elbette büyükler arada fikir verecekler, önerilerde bulunacaklar. Ama ısrar etmek ya da annenin yerine kararlar almak olamaz kimsenin üslubu. 
Bırakın cahilde olsa, anne  bildiği gibi, içinden geldiği gibi yapsın. 

Bir bebeğin, bir çocuğun her konuda tüm sorumluluğu yasalar önünde bile annede. Annenin bebeğini kaybetmesi üzerine acısı tazeyken bile karakola anne çağırılır; başka kimse aranmaz... 

Anne yanlış yapabilir, eksik yapabilir. Bunlar annenin anneliğini güçlendirir. 

Annelik, artı ya da eksi; eksik ya da gedik; doğru ya da yanlış içgüdülerle  yola çıkılan; yolun sonuna doğru öğrenilen ve hep öğrenilmeye devam edilen bir serüven. Çocuğa bir şey kaybettirmez. 

Çocuk öyle ya da böyle büyüyor ve büyüyecek. Sokakta nice çocuk zor şartlarda hayatta kalırken sıcacık evde bir şeyleri aksayan çocuğa hiçbir şey olmaz. Hele ki annesinden kaynaklıysa. 
Annenin vurduğu yerde gül biter, ben bunu tecrübe ettim daha çocukken. 

Sadece annesi çocuğun annesidir. 
Anneanne anneannedir. Babaanne babaannedir. Teyze teyzedir. Hala haladır. 
Sadece annesi annedir. 
Herkes çocuğun yanındaki yerini bilmeli. Kimse kimsenin rolünü ne uygulamada ne de sözde üstlenmemeli. 
Çocuğun bir tane annesi vardır. Birinci anne ikinci anne diye bir şey yoktur. 
Aksi davranışlar ya saygısızlıktandır; ya psikolojik bir sorun olduğunun göstergesidir.
 Bazen her ikisi de olabilir -ki bu çok tehlikelidir. 

Anneye destek olmak, anneye yardımcı olmak kimseye annelik vasfını vermez.

Son olarak;
Çocuğumun annesi yalnızca benim. Bu bir kıskançlık değil, çocuğumla özel alanımı koruma içgüdüsüdür. 
Eğer beni anlamak istiyorsanız, annesinin yanında yavru bir kediyi ya da köpeği ve hatta bir civcivi sevmeyi deneyin.

Sevgi ve saygı ile...